Anasayfa / EDEBİYAT / Ekim Sabahında Cinayet [Bölüm 2]

Ekim Sabahında Cinayet [Bölüm 2]

Hesaplı kahvaltının verdiği keyif, Rauf Bey’in tedirginliğine karışınca bir kahve içmek isteyen ben, ruh-i dengesizliğini huriyi görmesiyle adımlarına yansıtan Kenan’ı dürttüm. Rauf Bey’den günlük öğütlerimizi can kulağıyla işitip, beynimize nakış gibi işledikten sonra kafası karışık iki hoş bayanı ilgili yerlere yönlendirmiş, iç rahatlığıyla – ben sütlü, Kenan koyu – kahvelerimizi yudumluyorduk.

Bir müddet dalgın Kenan’ı izledim. Dalgınlığı bulaşıcı olsa gerek, naçizane zarafetimle tuttuğum ucuz şirket porseleninin kenarından süzülen iki damla kahve kadife ceketimin eteklerine usulca serpilince bir miktar irkildim. Tam ağzımı açacağım vakit; ofisin soğuk duvarlarına dahi yankı yaptıran, akciğerlerimi omurga kemiklerimden biri çatırdayana kadar şişirmeme sebep olan harikulade bir parfüm kokusu dört duvarın içine nüfuz etti. Boynumu çevirmemle huriyi ilahi bir biçimde bizim ofiste görmem, düzgün ve ritimle tempo tutan topuk seslerine anlam vermem bir oldu.

Huri ince topuklarını tozlu halıya emin adımlarla mıhlarken, lal kırmızısı şalını kâh o yana, kâh diğer yana savuruyordu. O şalını attıkça parfüm kokusu bu kez bütün benliklerimizi ele geçirmek suretiyle hücrelerimize işliyor, daha da eksantrik kısmıysa emin adımlarını Rauf Paşa’nın cihetine mıhlıyor – pardon süzülüyor- olmasıydı. Kırılgan eklemleriyle kapıyı yokladı. Tok bir “Gel!” sesi geldi, sizin de tahmin edebileceğiniz üzere. Şanslı köpeklerin çoğunun briyantin kullanan kel, şişman Rauf’lar olması hayatın alışılagelmiş bir cilvesidir.

İki dakikanın yamacına geldik, gelmedik Rauf Rüstem’in adıyla anırmamsı sesler çıkarmaya başladı. İşten nasır tutmuş parmaklarının arasında yamalı bezi, yüzündeki ter damlalarından yakalayabildiğini yakalayan, mecalini kaybetmiş pos bıyıklarını buhranla dağıtan Rüstem kapısı yeşil buzlu camı tıklattı. Artık kız nasıl etkileyici, nasıl güzelse siz tahmin edin..

Çalıkuşu’ndaki Feride desem, Anna Karenina’daki Anna desem yahut Anjelik desem yeridir.

Manzara şudur; Rauf’un gözünüzün tenini seçebildiği her uzviyeti aynı tonda kızarmış, boynunun altında zor seçebildiğiniz kravatı yok olmuş, şu müthiş ve bir o kadar gıcık huriyi göz hapsine almıştı.

Çocukluğumdan beri böyle salya akıtılan hatunlara bir gıcıklık beslemişimdir. İnsanlar üzerinde kullanabileceği değişik bir hakkı vardı kadının. Rivayete göre sekiz yıldır mühürlü çekmecesinde çürüdüğü bile iddia edilen Küba Purolarını şaşkınlığımız huzurunda sümeninin üzerine çıkarmaktaydı. Bu da azıcık para görmüş Kayserilinin huri karşısında tarlası yanmış köylüler gibi kalmasıdır azizlerim.

Acaba Rüya Hanımlar purodan haz ederler miydi? Katiyen kalitesiz değildi. Rauf aflarına sığınacak ve mübağalalı latifede izniyle bulunacak olursa mütemadiyen içerdi. Pahalı bir müptelalıktı işte. Hatta naçizane varlığından nasıl bir ikramda bulunsaydı Rüya Hanımlara? Su mu? Güzel olduğunuz kadar mütevazısınız da. Hahahahaaaa!!!!!

Bu sefil diyoloğun gerisini getiremiyoruz çünkü lisanımız bu ahmaklığı tarif edebilecek kelimelerden mahrumdur.

Rauf’un kibritten yaktığı ateşi siyah gözlerindeki yansımasından seyrederken, Rauf dumanları içine hapsedemeden krizin eşiğine geldi. Teni kırmızıdan mora dönüştü. Umduklarımdan ilki, ehemmiyeti son derece yüksek bir bayanın bir o kadar ehemmiyet sahibi bir vazife için en yetkili zatla görüşmesiydi. Umduklarımdan ikincisini Rüya’ı reklam yazarı olarak görünce şaşırmadan, usulca sineye çektim. Bir sigara yaktım. Bir ay olmuştu.

Rüya babası Rus, annesi Fransız biriydi. Dini de, mezhebi de zannımca muallâk. Çok zeki bir hatuna benzemiyor zira. Ama tehlikeli olduğu aşikâr. Şehrin en marjinal semtlerinden birinde halasıyla travestilere komşuluk ediyor. Bekâr tabii. Porselen çehresindeki donukluk ve herhangi bir kırışıktan, gamzeden yoksun kusursuz hatları tek mimiğinde kırılacak bir çehre havasını rahatça veriyor. Gel de âşık olma. Bu bayanın çekiciliğini uzun zaman evvel bordo bereliye benzettiğimi unutmadım.

Güzel kadın komando gibidir. Gördüğünüz anda ateş eder; lakin çekici kadın bordo bereli gibidir, siz istemeseniz de o çeker götürür sizi.

Altı ay sonrasını tasavvur ediyorum; Tahmin edebileceğiniz gibi zorlama bir aşk olmadı onlarınki. Masalımsı bir hava da olmamasına karşın Kenan’la Rüya yakışıyorlardı aslında.

Damda tek başıma kaldığım için, Kenan Rüya’yla gezdiği için ben de gittim purolar aldım, aromalı sigaralar aldım, değişik türlü ithal adi mallar aldım. Damda tüttürüyorum, keyfimce vakit geçiriyorum. Bazen bir kuşla konuşuyorum bazen de kendimi başka başka yerlerde hayal ediyorum. Günün birinde damda kuşun biriyle muhabbeti koyulaştırmış, pipoma da vişneli adi bir tütün doldururken Rüstem elindeki boş çay tepsisini sallaya sallaya geldi. Rauf Paşa beni arıyormuş.

** Spoiler! Gelecek bölümde sürgün var.. **

 

Ekim Sabahında Cinayet [Bölüm 3]

[Toplam:0    Ortalama:0/5]

Hakkında Admin

Bunlar da ilginizi çekebilir

Adaletsizliğin Adaleti

Ateşin başındaydı Zerdüşt. Bir karartının yanına oturduğunu gördü. İlgilenmedi. Karartıdan bir ses geldi, ‘Kimsin?’. Cevaplamadı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir