Bindiği her otobüs onu yıllar önceki gibi, hep o küçük şehre götürsün istiyordu, içindeki küçük kız…
Gözlerini kapatıp, hayalindeki yollardan geçiyordu; ama hayaldi işte. Ne gittiği yer artık o şehirdi ne de geçtiği yollar hayallerindekilerdi. Gözünü açtığında kalbine bıçaklar saplanır gibi oluyordu..
Şairin özlemi anlattığı gibi defalarca; ama öldürmüyordu, her seferinde daha çok acı veriyordu. Bu acı onu büyütüyor ve git gide hissiz biri yapıveriyordu. Donuk ifadelerle çevresine bakanların, “sözde” duygulu olanlar tarafından duygusuz diye yaftalandığı yerdi burası. Bilmezlerdi. Anlamazlardı.
İnsan ne kadar hissiz bakarsa o kadar acı çekerdi, acıyı kendine saklardı, özlerdi hem de herkesten çok. Zaten acıların en büyüğü değil miydi özlem. Özlem ve pişmanlık… Birini, bir şeyi özlerken ilk akla gelenler pişmanlıklar olmuyor muydu ? Ya da bu yalnızca onun problemi miydi ? Bu konuda yalnız olmadığını düşünmek bile yetiyordu bazen. Şayet yalnızsa onu kimsenin anlayamayacağını bilmenin hüznüne nasıl katlanırdı. Duygularını dışa vuramayanların ortak sorunuydu bu. Her şeyi her duyguyu samimiyetsizce etrafına savuran insanlara hayretle bakıyor ve gördüğü sadece bayağılık oluyordu. Onlardan olmadığı içinse içten içe seviniyordu. Sonra bir anda hala o şehre gitmeyen otobüste olduğunu hatırladı.Yine içi acıdı.
Böyle zamanlarında bomboş bir yolda elleri ceplerinde bir başına yürümek istiyordu, nereye varacağı bu kez önemli olmadan. Çünkü biliyordu artık kabullenmeye başlamıştı. Alışıyordu.. Dostoyevski’nin dediği gibi;
Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!
Bu yolun sonu istediği yere çıkmayacaktı.
Yağmurla birlikte yağmura yürümek belki de. Çünkü ıslanmak o zaman güzeldi sadece. Kulağında Sezen çalması şartıyla tabii ki. Şarkıda dediği gibi; memnundu o halinden gözümün yaşına bile bakma diyordu.
En son kimin yanında ağlayabildiğini hatırlamaya çalışıyordu. Ona göre başkalarının yanında ağlamak zayıflıktı ya da ilgi istemenin farklı bir versiyonu. Yalnız başına ağlamayalı da çok olmuştu. Uzunca suredir ağlayamadığının farkına vardı o an yine üzüldü kendine. Ne zaman bu kadar hissiz olduğunu onu buna neyin ittiğini biliyordu. Anıların tozlu raflarından çıkarmak istemedi o an. Bir yandan kendiyle yüzleşmek istiyordu, bir yandan kendinden kaçmak. Ne kalabiliyordu ne gidebiliyordu. Bir an kafasındaki toz bulutunu dağıtır gibi salladı elini.. Otobüsü tünele girmişti. Karanlık aslında içinde değildi; sadece otobüs tünele girmişti. Sezen hala söylüyordu kulağında;
‘O zaman dönebilirim başa yeniden, tertemiz, söz.‘