Anasayfa / GENEL / Ütopyanın Kanatları [1.Bölüm]

Ütopyanın Kanatları [1.Bölüm]

Öneri : Ütopyanın Kanatları [Pusula]

 

Birinci bölümü: Yazar, kendini öldürür…

Sıradan ve çok önceden düşünülüp yazıldığı gibi bir günün yaşanması için her şey hazırdı ancak kaderin başka planları vardı, ya da en azından Yazar’ın niyeti başkaydı. O, dehşetli gün yaşanana dek İki Büyük şehir ve Bir Uğursuz şehirde hayat olağan seyrindeydi. İnsanlar hırslarını, savaşlarını bir kenara bırakmış, kendilerini doğaya ve bilime vermişlerdi. Her şeyden önemlisi yaşıyorlardı, özgür ve huzurlu bir hayatları vardı. Elbette bu güzel hayatı Yazar’a borçlulardı. Onun engin bilgisi, sonsuz merhameti, ileri görüşlülüğü sayesinde hiç olmadıkları kadar mutlulardı. Adını minnetle anar, her cümle sonunda mutlaka, ‘’şükürler olsun ona!’’ derlerdi. Dünyada gelip geçmiş hiç kimse onun yaptığını yapamamıştı. Yazar yapmıştı; savaşları, yoksulluğu, kaosu bitirmişti. O, kurtarıcıydı. Bu dünyanın, düzenin kurucusu, onları karanlıktan çekip çıkarandı.

Kuşlar şehrinde her kanatlı üstüne düşen görevi yerine getirip gökyüzünü, yeryüzüne yakın ediyordu. Bulutlarda yaşamak artık her canlı için mümkündü çünkü havadan hafif oldukları kadar en sağlam çelikten daha sağlam olan tüyler sayesinde ulaşım kolaylaşmıştı. Kanatları olmadığı gibi, gün ışığından da saklanan yeraltı insanları dahi cesaret edip yeryüzüne çıkıyor, çıkmakla kalmayıp bulutlarda yaşıyorlardı. Hatta güneşi ilk selamlayanlar onlardı. Şehrin adı Kuşlar şehriydi çünkü uçmak sıradan ve çok önceden düşünülüp kaderin kalemiyle ellere veya daha doğrusu kanatlara yazılmıştı. Uçmak, nefes almaktı. Uçuyorsan, yaşıyorsun demekti ancak artık kanat çırpamıyorsan o, Uğursuz şehre gitme zamanın geldi demekti. Atalarımızın da dediği gibi; kara haber çabuk yayılıp sana ulak ile o, uğursuz haberi veriyordu. Aslına bakarsanız, o şehrin de bir adı vardı ancak adının dahi anılması kötü şans sayıldığından söylenmiyordu.

Kuşlar şehrinde o, uğursuz şehre gidip dönen yoktu. Bu gerçek herkesi korkutuyor, görevlerine sıkı sıkıya bağlanmalarına neden oluyordu. Görevlerini seviyor ancak asla sorgulamıyorlardı. Kanatlılar için önemli olan iki şey vardı; birincisi özgürlük, ikincisi ise görevdi. İşini iyi bilen bir yönetici olan Alaca Martı bu iki önemli kavramı kendi yöntemleriyle birleştirmişti. Gençliğinde başarılı bir denizci olmasının tecrübelerini kullanıyor, karaya dönmenin rahatlığından vazgeçemeyen ama denizden de kopamayan mürettebatını yıllarca nasıl idare ettiyse, buradaki ‘’denizcileri’’ de öyle yönetiyordu.

Deniz, derslerini anlamak isteyen öğrencilere karşı çok cömertti. Sabırlı olmak, denizdeki en büyük balığa yaklaşmaktı. Yakalamak ise kurnazlığa bakıyordu. Kurnaz olan martı, zeki olan martıdan daha çok balıkla evine dönerdi. Bu sözü hayatının merkezine koyan Alaca Martı, şehrini iyi yönetiyordu. Değiştirilmesi gereken balık yerine özgürlüğü koymaktı. Kuşlar, özgürlükten kopamıyor ama görevin verdiği mücadeleyi de kenara koyamıyorlardı. Doğaları gereği ilk andan bu yana girdikleri mücadelelerin sonundaki özgürlüğün tadı başka hiçbir şeye benzemiyordu. Daha çok küçükken havayı yendiklerindeki zaferi her görevde arıyorlardı. Her emre koşulsuz kanat çırpmaları bundandı. Uçmak, nefes almaktı. Özgürlük, bağımlılıktı. En azından onlar için böyleydi.

Sıradan ve çok önceden düşünülüp yazılan günlerden bir gün, bu düzen Kuşlar şehrinde sürüp gitmekteyken merkez Haber Yuvası’na acil bir kâğıt geldi. Bu kâğıt; maviydi, kalındı ve pürüzlü yapıya sahipti. Kâğıdı getiren ulağın gözleri, dudakları ve sol eli mavi kurdele ile bağlıydı. Bu işaretleri gören biri, kâğıdın ‘’acil’’ koduyla Kanatlılar komisyonundan geldiğini anlardı. Bu komisyon, doğrudan Yazar’a bağlıydı. Onun sözlerini Kuşlar halkına iletiyorlardı. Bu kâğıt hem çok şaşırtıcı hem de çok merak ettiriciydi. Şaşırtıcıydı çünkü 3 ay, 21 gündür Yazar’dan haber gelmemişti. Merak ettirici olması ise ondan gelen her kâğıtta ilginç ve güzel söz oyunlarına yer veriyor olmasıydı. Kuşlar halkı bu sanatlı söyleyişe efsunlu derdi. Bu kelime daha çok yaşlılar tarafından söylenirken gençler daha alaycı bir tavır takınarak dumanlı derlerdi. Bu dumanın yaşlıların aklını ‘’duman ettiğini’’ ima ederlerdi.

Gelen kâğıdın haberini duyan halk, Haber Yuvası’nın balkonunun aşağısında toplanmıştı. Kalabalıktan yükselen heyecanın daha fazla kontrol edilemeyeceğini anlayan yaşlı muhabir balkondaydı, yerini almıştı. Haber Yuvası’ndaki en yaşlı muhabir, elleri titreyerek kâğıdın düğümünü çözdü. Bir anlık kapının eşiğinde duran Alaca’yla göz göze geldi, başıyla okuması gerektiğinin işaretini almasıyla yeniden kâğıda döndü. Büyük, kızarmış mavi gözleri yavaşça ilk kelimeye geçti, yüksek sesle okumaya başladı;

‘’Özgürlüğüne sevdalı çocuklarımı selamlayarak söze başlamak istiyorum. Sizler gönlümün pırpır kuşlarısınız. Kanatlarınızdaki her bir tüyün gücünün ve güzelliğinin paha biçilmez olduğunu unutmayın. Her kuşun bir zamanı vardır; uçmayı öğrenir, uçsuz bucaksız gökyüzünde uçar, uçar ve artık yerini gençlere vereceği gün gelir. Biliyorsunuz, ben bir kuş değilim ancak benim de yerimi genç kuşlara bırakma zamanım geldi. Bu gerçek kaçınılmazdır ve ben de kaçamadım. Ölüm, elinizin marifetine ya da dilinizin kıvraklığına bakmıyor. Bakmadı. Her ne kadar bu ölüm doğal olmayıp bir seçimin sonucu da olsa… Yerime geçecek olan kişiyi iyi seçmenizi ve seçerken nelere dikkat etmeniz gerektiğini gelecek olan ikinci kâğıtta sıraladım ancak değişmez ölçütüm bana hiç benzememesidir. Bana hiç benzememelidir çünkü ölüler aramızda dolaşamaz. Sizi hep düşündüğümü hiç unutmayın. Sevgilerle…

İmza: Yazar’’

Okuduğu son kelime ile ellerindeki kâğıdı düşürmüştü yaşlı Muhabir ve donmuştu. Yerinden kıpırdamak bir yana, yutkunamadı, boğazı düğümlendi. Kırışmış derisi, tüm suyu çekilmiş ve iyice çölleşmiş toprağı andırıyordu. Bir ara, ‘’olamaz!’’ diye bir ses duymuştu ancak bu sesin kime ait olduğunu anlayamamıştı. Aklı çalışmıyor, zamanı, mekânı algılayamıyordu. Aklı ona ihanet etmişti. Yazar mı? Yazar… Yazar, asla ihanet etmezdi. Hatta bu iki kelimenin aynı cümlede geçmesi bile imkansızdı ancak… Ancak ne düşüneceğini bilmiyordu. Yazar, artık yoktu. Yok! Yoktu çünkü ölmüştü ve ölümünün bir ‘’seçim’’ olduğunu söylüyordu. Yazar, neden ölmek istemiş olabilirdi ki? Gözlerini yumup bunların hepsinin yaşlı aklının oyunu olduğunu düşünmek istedi ancak değildi. O derin sessizlik yırtılmıştı ve kaosun sesi üzerlerine yağmaya başlamıştı.

 

Öneri :İkinci Bölüm ‘’Yazar ve Ölüm…’’

[Toplam:1    Ortalama:5/5]

Hakkında Admin

Bunlar da ilginizi çekebilir

Alcatraz Adası ve Kaçılması İmkansız Alcatraz Hapishanesi

‘Toplum kurallarına uymazsan seni hapishaneye gönderirler.Hapishane kurallarına uymazsan seni Alcatraz’a gönderirler.’      Bugün Al …

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir