Öneri: Ütopyanın Kanatları [Pusula]
Öneri: Ütopyanın Kanatları [1 Bölüm]
İkinci Bölüm: ‘’Yazar ve Ölüm…’’
Güneş henüz doğmuştu ancak şehir ışıl ışıldı. Güzel havanın tadını çıkarmak isteyen Boz Güvercin balkonda oturmuş, gelip geçenleri seyrediyor, bir yandan da sevdiği yemişi yiyordu. Oldukça ender bulunan bu yemişi çok sevgili patronu, yazar, onun için özel olarak getirtmişti. Boz Güvercin onun şakacı habercisiydi. Komisyona haber verilecekse Boz sayesinde götürüyor, sonrasında komisyondan halka iletiliyordu.
Yazar böyleydi, sevdikleri için hiçbir şeyden kaçınmaz, didinirdi. Yazar’ı yakından tanıma fırsatı bulanlardan olan Boz Güvercin şanslı azınlıklardandı. Onun en öfkeli halini de en mutlu halini de görmüştü. Öfkelendiği zaman kanatlarına davranır, uçabildiği en uzak tepeye uçardı. Mutlu olduğunda ise güneşin sıcaklığında, rüzgârın salınmasında baharı yaşardı.
Bilgeliğine diyecek söz bulamazdı. Bu kadar bilgiyi ne zaman öğrenmiş, sindirmiş ve yaşamında yer etmişti? Hayret ediyordu. Bazen hayretle başındaki bozarmış boz tüyleri kaşırken göz göze geldiklerinde Yazar’da sevgi görüyordu. İşte o zaman kuş kalbinde Yazar’a karşı evlat sevgisi buluyordu. Yazar, ona hiç bilemediği evlat sevgisini tattırıyordu. Tam anlamıyla aralarında o ilişki yoktu ancak tüylerinin altındaki derisi sıcacık oluyordu. Bu nedenle de o uğursuz günde Yazar’ı bulan kişi olmak onu mahvetmişti. Kuş kalbi her zamanki pır pır etmesini bırakıp rüzgârda yönünü kaybetmiş, sahipsiz bir tüy olmuştu.
O uğursuz anın öncesinde Yazar, her zamanki gibi masasında durmaksızın bir elinde kalem, diğer elinde elma şekeri varken günlük işlerini yapıyordu. Mektupları okuyor, cevaplıyor, bu mektuplar hakkında notlar alıyordu. Mektuplara başlamadan önce şehirlerle ilgili raporları okumuş, değerlendirmelerde bulunmuş ve gerekli düzenlemeleri yardımcısı E’ye iletmişti. Aslında tam adı Küçük E idi ancak Küçük ’ten hoşlanmazdı, herkesin sadece E demesini isterdi. Değişik bir kadındı. Yazar’dan gelen emirlere dört elle sarılmıştı ve başını kâğıt yığınlarına gömmüştü.
Yazar’ın bugün fazladan iki tane elma şekeri yediğini fark eden Boz Güvercin, merakına yenik düşerek yanına yaklaştı.
‘’Çok mu beğendiğiniz de iki tane daha yediniz acaba?’’ diye sordu. Aslında sorudan çok onu rahatsız etmeyecek bir sohbet başlatmaya çalışıyordu.
Yazar’dan cevap gelmeyince bir an soru sormadığını sadece mırıldandığını düşündü çünkü Yazar, soruları mırıldananlara cevap vermezdi. Duymazlıktan gelmede çok iyiydi ancak görmezlikten gelemiyordu. Birer alev parçası kadar yakıcı ve canlı bakan gözlerden hiçbir şey kaçmazdı. Aklına görebileceği bir noktaya geçmek geldi ancak onu işlerinden alıkoyma ihtimali engel oluyordu.
Hayatında emin olduğu iki şey vardı. Birincisi, mantarı çok sevse de midesine iyi gelmiyordu, bu nedenle uzak durmalıydı. İkincisi ise Yazar, bu dünyaya çalışmak için gelenlerdendi. Küçük burnu genişleyip daralıyorken Boz Güvercin derin bir nefes alıp verdi.
‘’Sanırım elma şekeri benim zaafım olmaya başladı Boz, bir gün her şeyi bu uğurda feda edebilirim.’’
Yazar’ın sesini duyan Boz Güvercin neşeyle gözlerini elma şekeri tutan eline çevirdi. Yazar, yazmayı bırakmış, elindeki şekeri çeviriyordu.
‘’Ne dersin bu işe Boz?’’ diye çocuksu bir sesle konuşmuştu.
‘’Şekerle kaplanmış bu şeyi bu kadar çok seviyorsanız ne yaparsanız yapın bana uyar elbette ancak…’’
‘’Ancak ne? Hadi devamını da söyle Kanatlı dostum…’’
Dostum. Bu kelimenin verdiği sıcaklıkla Boz Güvercin, boğazını temizleyerek konuşmadan önce hevesini dizginledi.
‘’Elma şekeri iyi bir teklif ancak… ancak isterseniz bir kova patlamış mısıra da her şeyden vazgeçebilirsiniz.’’
‘’Patlamış mısır mı?’’ Yazar, düşündüğüne dair sesler çıkardıktan sonra Boz Güvercin’e döndü, ‘’Beni nereden vuracağını iyi biliyorsun. Kararımı biraz düşünüp sana bildiririm.’’
Odayı dolduran sesi uçup gittikten sonra Yazar, elindekileri bırakıp çekmecesine yöneldi, içinden mavi renkli iki zarf aldı. Boz Güvercin merakla zarflara bakakaldı. Bu merak acaba hangi konuda bizi bilgilendirecek merakıydı ancak farklı bir şeyler vardı. Yazar’ın elleri titriyordu. Bunu daha önce görmemişti. İster istemez Yazar’a doğru uzanmıştı. Yazar ise kıpırdamadan duruyor, zarflara bakıyordu.
Boz Güvercin rahatsız olmuştu. Boğazında yumru hissediyordu. İlk defa farklılık görmek tedirgin etmişti. Yoksa farklılıklara sevgi ve saygıyla bakardı. Bir gariplik vardı. Her geçen saniyede yumru daha çok büyüyordu. Ondan kurtulmak için konuşmalıydı.
‘’Bir sorun mu var?’’ ses yoktu.
‘’Sorun mu var?’’ yine ses yoktu, cevap yoktu.
Boz Güvercin sabırsızlanmıştı. Yumrunun büyüdüğü birkaç saniyeden sonra Yazar konuştu.
‘’Bunları tam olarak 35 dakika sonra komisyona teslim eder misin? Sadece mavi olan, ilk o teslim edilecek. İlk teslimden sonra ikinci olan, mavili – yeşilli, 25 dakika sonra teslim edilecek. Anlaşılmayan bir şey var mı Boz Güvercin?’’
Yazar’ın ona tam adıyla hitap etmesiyle bir şeylerin ters gittiğinden emin oldu. Yine de yol boyunca içindeki huzursuzlukla komisyona kanat çırpmıştı. Zarfları verip döndüğünde E’ye Yazar’ı sordu, yola çıktığından bu yana dışarı çıkmadığını duyunca ellerinin titrediğini hissetti. Odanın kapısına giden her adımda ayak uçlarından saç köklerine ısı yayılıyordu.
Kapıyı açtı, başını içeriye uzattı. Yazar’dan ses yoktu, masasında da değildi. Odaya hızlıca göz gezdirince camın önündeki sandalyeyi fark etti. Yazar, dışarıyı seyrediyor olmalıydı. Boz Güvercin, yaşından beklenmedik hızlılıkla yanına gitti, bir süre konuşmasını bekledi. Durdu, ellerini sıktı ve derin nefes aldı. Aklından Yazar’a dokunmak geçiyordu. Dokunup neyin var sevgili yavrum, demek geçiyordu. Bunları yapmadı, en azından konuşmamıştı. Sadece omzuna dokunmayla yetindi, dokunur dokunmaz dehşetle elini geri çekti. Kendini çok sıcak hissetmemesine rağmen dokunduğu ten buz gibiydi. İlk kar yağışındaki nefes kesen soğukla karşılaşmış hissetti. En azından kendi gençlik yıllarındaki soğukları hatırlamıştı.
Akıl ne garip bir varlıktı; en çok sevdiğin yerde hareketsiz yatarken uzak anıları çağırıyordu. Belki de aklın yitirilmemek için yaptığı bir savunmaydı. Ne olursa olsun, aklı kaçsın ya da kaçmasın kendini korkuluktan faksız hissetmiyordu. Kuşları kovmak amacıyla duran saman yığınıydı ancak bir gerçek vardı ki o her şeyi anlamsız kılıyordu. Korkuluk dursun, durmasın tarla yanmıştı. Tarla yoktu artık, bu nedenle az da olsa değeri olan varlığı hiç olmuştu.
Yazar ve ölüm… ne zıt kelimelerdi. Ne zıt varlıklar… boz Güvercin, kendini dizlerinin üstünde buldu. Yaşlı bedeni daha fazla bu ağır yüke dayanamamıştı. Dizlerinin üstüne çökünce kağıdı görmüştü. Yazar’ın hemen yanında duruyordu. Yavaşça kağıda uzanıp eline aldı, buruşmuş tarafından açtı. Okuduğunun karşısında dona kaldı.
‘’Ne elma şekeri ne de patlamış mısır… tercihimi ölümden yana yapıyorum.’’